KAZA
Kumların üzerinde yürüyorum.
Güneşin batmak üzere olduğunu fark ediyorum. Ayaklarım çıplak. Hafif bir esinti
var yüzümü okşayıp geçen. İlerliyorum, etrafıma bakınarak. Kumların arasından
yoluma çıkan otlar engellemeye çalışıyorlar beni, durmuyorum. Yalnızım,
kumlarda sadece benim ayak izlerim kalıyor.
Yüksek bir tepeden bakıyorum şimdi.
Önümde uçsuz bucaksız masmavi bir deniz var. Yürümeye devam ediyorum. Ancak,
nerede olduğumu bilmiyorum. Neden yalnızım? Neden benimle birlikte değilsin?
Hâlbuki hiç ayrılmazdık seninle…
Tepeden aşağıya iniyorum. İleride
bir ev var. Ahşap, iki katlı ve ıssız. Hayat belirtisi yok. Yoksa, yoksa sen bu
evde mi bekliyorsun beni. O yüzden mi ben buraya geldim. Seninle buluşmaya.
Biliyordum, beni bırakmayacağını, hep yanımda olacağını biliyordum.
Kapının sarı metal kolunu yavaşça
çeviriyorum. Gıcırdayarak açılıyor kapı. Sessiz olmaya çalışıyorum.
Uyuyorsundur belki diye. Sen uykuyu seversin. Otobüs ile seyahatlerimizde de
omzumda uyurdun. “Huzurum sensin” derdin bana.
Yavaş adımlarla giriyorum içeri.
Zevkle döşenmiş bir ev. Bu sandalyeler, masalar, ayna hepsi benim sevdiğim tarz
eşyalar. Bu katta değilsin. Sürpriz yapmayı seversin sen. Üst kata çıkıyorum.
Ayaklarım hala çıplak. Ahşap merdivenler bana yol gösteriyor.
Hangi kapının arkasındasın. Küçük
bir odaya giriyorum önce. Sadece iki yatak var burada, sen yoksun. Yandaki oda
kapısının aralık olduğunu görüyorum. Hızla açıyorum kapıyı seni bulmak umuduyla
ama burada da yoksun.
Tam ümitsizliğe kapılmışken ahşap
sandığı görüyorum. Bu benim sandığım. Daha önce annemindi. Bana vermişti
seninle evlenirken. Alay etmiştin benimle “hala var mı bu sandıklardan diye”.
Nasıl geldi bu sandık buraya, metal sapından tutup açıyorum ne bulacağımı
bilmeden.
Fotoğraf makinesi çıkıyor içinden. Hep
istediğim polaroid fotoğraf makinesi. Fotoğraf çekmeyi sevdiğimi biliyorsun.
İlk fotoğrafımı çekiyorum bu odayı ve sandığı. Flaş patlıyor ve fotoğraf
çıkıyor. Fotoğrafa bakıyorum, İşte ordasın yatağa oturmuş dışarıyı
seyrediyorsun. Bu evdesin benimlesin. Her zaman ki gibi yanımdasın. Diğer odaya
da gelir misin benimle. Kırmıyorsun beni, kapıda durup gülümsüyorsun bana.
Dördüncü kez flaş patlıyor ama sen
yoksun. Nerdesin? Beş, altı, yedi ardı ardına patlıyor flaşlar. Hiçbirinde
yoksun. Hayır, beni burada tek başıma bırakamasın.
Bir flaş da pencereden dışarı
patlıyor. İşte ordasın. Gidiyorsun. Buna izin veremem. Gidemezsin…
Koşarak evden çıkıp kumsala
iniyorum. Neredesin?
Sen hep yanımdaydın beni
bırakamazsın. Neredesin?
Yanımda evet hep yanımdaydın. Son
bir flaş patlıyor yüzümde… Artık birlikteyiz.
“Memur Bey, ben Doktor C. Olay
yerine 30 dakika önce intikal ettik. Kadın 20-25 yaşlarında, ölüm saati 19.32.
Uğraştık ama kurtaramadık. Direksiyondaki eşi olmalı. O, kaza anında ölmüş.
Büyük ihtimal direksiyonda uyumuş ve beton direğe çarpmışlar.”
www.edebiyathaber.net sitesinde Yaşasın video öykü! (7-uygulama) da yayınlanmış öyküm.
çok güzel yazılar yazıyorsun GERÇEKTEN muhteşemler
YanıtlaSilteşekkür ederim...
Silsevgili Başak; çok güzel yazmışsın ama düz yazmışsın. biraz öykü çalışırsan daha güzel yazacağına eminim.
YanıtlaSilYorumunuz için çok teşekkür ederim. Yapıcı eleştiriler beni motive ediyor ve kendimi geliştirmemi sağlıyor. Size de iyi çalışmalar dilerim...
SilBaşak merhaba,
YanıtlaSilBen aslında blogunu takip ediyorum ama kitaplara daha çok yoğunlaşmışım ne yazık ki, ne yazık ki diyorum çünkü güzel öyküleri kaçırmışım. Şimdi Facebook'da gördüm ve okudum. Bayıldım, çok beğendim, yüreğine sağlık :) insan bazen duygularını kalemle daha güzel anlatabiliyor. Bu hikayenin büyük bir kısmı arkadaşımın başına gelene o kadar çok benziyor ki, ben hikaye gibi okumadım. Her hikaye benim için aslında gerçek. Mutlaka yaşanmış bir şeyler bulunur içinde. Bundan sonra fırsat buldukça öykülerini okuyacağım. Sevgilerimle
Sevda Hanım. Yorumlarınız beni teşvik ediyor. Çok teşekkür ederim.
YanıtlaSil