ROSE
“Senin burada en arka sırada
olacağını tahmin etmiştim”
“ Buradayım, çünkü buna tahammül
edemiyorum” derken bir damla gözyaşı süzüldü yanağından genç adamın.
Genç kız süzülen gözyaşını, parmağıyla nazikçe sildi. “Hani söz
vermiştin bana ağlamayacaktın”
“Sen de söz vermiştin” diyerek
gözlerinin içine baktı kızın. İçinde kaybolduğu engin denizlere benzettiği
gözlerine. Gülümsedi genç kız “Ben sözümü tuttum aşkım, bak işte buradayım”
“Hayır” dedi genç adam. “Tutmadın.
Hastanede dayanacağına dair bana söz verdin. Biraz daha dayanacaktın” Yüzünü
ellerinin arasına almak istedi genç kızın. Ama yapamadı. Kolları taştan daha
ağırdı sanki kalkmıyorlardı.
Genç kız tekrar gülümseyerek “beni
seven ne kadar çok insan varmış” dedi. Başını çevirdiğinde genç adamın buruk
aynı zamanda donuk bakışıyla karşılaştı.
“Veda etmek için geldin değil mi?
Beni terk edeceksin. Bu koskoca dünyada yapayalnız bırakacaksın beni”
Genç kız konuşmadan sadece
seyrediyordu aşık olduğu adamı. Çok sevmişti kumral prensini. Beyaz atlı
değildi ama onun prensiydi. Hep yanındaydı aşkıyla, sadakatiyle onu hiç
bırakmamıştı. Genç adamın konuşmasını kesti. “Benim için ağlamayacaksın,
hayatına devam edeceksin”
Genç adam bu sözlere çok kızdı.
İnat yaparcasına bağırdı. “Ağlayacağım, her gün mezarına gelip ağlayacağım”
Kızın gülümsemesi kesildi. “Benim
bir mezarım olmayacak” dedi.
“Bu da ne demek” diye tam soracağı
sırada, genç adama seslendiler. Genç adam başını tekrar çevirdiğinde kız yoktu.
Rose gitmişti.
Arkadaşı acı dolu gözlerle yanına
geldi. “Robert, Rose’un ailesi bunu sana vermemi istedi”
Robert, arkadaşının elindeki metal
su kabına benzeyen şeye baktı. “Bu nedir?”
Arkadaşı yere bakarak ve acı dolu
bir şekilde “Rose’un külleri”
“Ne demek Rose’un külleri” diyerek
bağırmaya başladı. “Rose orada yatıyor” Koşarak tabutun yanına gitti. Tabut
boştu. Rose’u bu tabutun içinde görmeye dayanamayacağı için hep arkada
kalmıştı. Rose’da bunu biliyordu. Her şeyi düşünmüştü. Birden Rose’un sözleri
yankılandı kulaklarında “Benim bir mezarım olmayacak”
Şaşkınlıkla ailesine baktı. “Bunu
Rose sağlığında istedi ve sana söylemememiz için de bize yemin ettirdi. Üzgünüz
Robert.”
Robert’ın dizleri çözüldü. Metal
kap hala arkadaşının elindeydi. Uzanıp Rose’u arkadaşının elinden aldı. Kendini
dışarı attı.
Nereye yürüdüğünü bilmeden, Rose’un
sesi kulaklarında yürüdü yürüdü…
Güneşin batmak üzere olduğunu fark
etti. Rose’un en sevdiği saatlerdi. Böyle bir akşam vaktinde tanışmış
olmalarının bunda payı vardı tabii ki. Yönünü değiştirip koşmaya başladı. Artık
nereye gideceğini çok iyi biliyordu. Metal kabı sıkı sıkı tutuyordu. Sonunda
durdu. Rose bu köprüde durup denizi seyretmeyi çok severdi. Denize bakarak
kararını verdi. Rose en sevdiği yerde olmalıydı. Ama yalnız olmamalıydı,
böylece verdiği sözü de tutmuş olurdu. Metal kabın kapağını açtı ona sımsıkı
sarıldı, gözlerini kapattı. Ve Rose ile birlikte derin sonsuzluğa atladı.
www.edebiyathaber.net sitesinde Yaşasın video öykü! (8) için yazmıştım. Yaşasın video öykü! (8) uygulamada gösterime girmedi.
aahh böyle derin büyük aşklar var mı gerçekten?? :(
YanıtlaSil